Nemli kokuya etrafımdakilerin ağlamaları ve çığlıkları eşlik ediyordu. Ne kadar da zordu ölümün dokunabileceği birini sevmek… Bir gün gideceğini, senden kopacağını ve gittiğinde bu acıyı kaldıramayacağını bilerek ondan kopamamak… Kişinin bedenini değil ruhunu sevenler ya da sadece zorunluluktan burada olanlar şimdi bu acı verici duyguyu gözyaşlarıyla bastırmaya çalışıyorlardı.
Annem giymekten nefret ettiği o eski siyah elbisenin içindeydi yıllar sonra. Gözleri hüzünle artık hiç geri dönmeyecek olan birini arıyordu. Benim gibi o da yanağından yavaşça süzülen tuzlu damlaların üzüntüsünü silip götüreceğine inanırdı. Ancak bu sefer götürmüyordu işte. Hayatı boyunca sevdikleri için kalbinde bir yer yapmış, tüm gidenlerin ardından da boşlukta kalakalmıştı. Bu yüzdendir ki tek dayanağı babamdı ve yüreğindeki tek dolu oda da ona aitti.
Babam. Hayatım boyunca asla ağladığını görmediğim, bana göre dünyanın en güçlüsü olan adam o gün ağlıyordu işte. İçindeki külleri tekrar alevlendiren göz yaşları sessizce ve görünmeden yavaşça ıslak toprağa damlıyordu. Annem dâhil bunu benden başka fark eden yoktu. Çünkü orada acı çekmeyen, birinin gidişine üzülmeyen tek kişi bendim.
Soğuk yağmur damlaları ahşabı delip karanlığın içerisine, üzerime damlıyordu. Çok da uzağımda olmayan bir yerden acı dolu bir çığlık daha koptu. Ömrüm boyunca çok az kişiyi sevmiş, çok az kişiye değer vermiştim. Bu ses ise en çok değer verdiklerimden birine aitti.
En yakın arkadaşım kalabalığın içerisinde tek siyah giymeyen kişiydi. Kabullenemeyişin, çaresizliğin ve öfkenin beden bulmuş haliyle çevresindekilere bağırıyordu. Kan çanağında dönmüş ve ıslak kirpikleriyle çevrelenmiş gözleri daha önceden ağlamıştı besbelli. Ama şu an değil. İnsanların arasında kendini koy vermeyi yediremezdi gururuna. Belki de bu ortak bir yerde buluştuğumuz tek noktaydı. Ortaokuldayken kendine arkadaş olarak benim gibi garip birini seçmiş bu iyimser ve neşeli kızla olan arkadaşlığım hep garipsenirdi bu yüzden.
Siyahlar içinde olan biri ise, yaprakları sararıp düşmeye başlamış çınar ağacının altında ifadesiz bir yüzle oturuyordu. Kalabalığın arasına karışmayıp geride kalmayı tercih etmişti. Tüm duygularını gizleyen maskesiyle insanlara göz gezdiriyordu. Birine “Sana güveniyorum” demek “Seni seviyorum” demekten çok daha önemliydi benim için. Çünkü insan aşkını sevgi sözcüklerine sığdıramazdı ancak güven duygusu buna gerek de bırakmazdı. İşte o, ona olan güvenimi sevgimden daha çok vurguladığım tek kişiydi.
Artık yalnız kalmış olan bu adam, birlikte geçirdiğimiz onca yılın hatırasına saygı duyup ağlamamak için direniyordu. Bana hayatımın en yanlış yerinde ve zamanında rastlamış olmasına rağmen onunla aramdaki aşk sadece ikimizin anlayabileceği kadar derin ve anlamlıydı. Ona doğru yaklaşmaya başladığımda o da ayağa kalktı. Ancak bana bakmayan gözleriyle, feryat ederek yere oturmuş olan annemi sakinleştirmek için yanına gitti.
Aslında yıllar önce içimdeki fırtınada ölüp gitmiştim. Yemek yemeyi, uyumayı, hatta bütün insanların bana göre en temel ihtiyacı olan iletişim kurmayı bile reddeden bünyem daha fazlasını kaldıramadı. Nedensiz yere gelen mutsuzluk, beni günden güne yalnızlığa itiyordu. Ancak dışlanmışlığın zamanla bir alışkanlığa dönüştüğü hayatımda bunu kimse fark etmemiş gibiydi.
Şimdi ise bu benim için ağlayan bu insanlara anlam vermiyordum. Belki bu acıklı oyundaki rollerini oynuyorlardı. Belki de ben onların sevgileri için çok geç kalmıştım. Emin olduğum tek şey ise dün gece ölümle aramda sadece bir kurşun olduğu ve benim de tetiği çekmeyi seçtiğimdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder